KÜBRA SU YILDIRIM'DAN ''WHAT'S INSIDE?'': ÇOK TANIDIK BİR BOŞLUK

Tüm Fotoğraflar: Ci Demi

Görsel sanatçı Kübra Su Yıldırım’ın yeni sergisi 'What’s Inside', 16 Mayıs – 14 Haziran tarihleri arasında Büyükdere35’te izleyiciyle buluşuyor. Zaman, kimlik, arzu, bilinçdışı gibi çok katmanlı kavramlar etrafında şekillenen sergi, izleyicisini “içeride ne var?” sorusuyla karşılıyor.

Kübra Su Yıldırım ile What’s Inside’ın kavramsal altyapısını, sergideki işler arasındaki ilişkileri ve üretim sürecine dair detayları konuştuk.

1.) Serginin çıkış noktası olan 'What’s Inside?' sorusu, izleyiciye yöneltilmiş doğrudan bir çağrı. Peki bu soru, sizin için ilk olarak nerede, nasıl belirdi?

Güneşli bir günde (cidden öyleydi), Jung’un Liber Novus’unu okuyordum. Yanımda duran başka bir kitabın en arka sayfasına düşünmeden bir kutu çizdim. Yüzeylerine “Bu kutunun içinde ne var bilmiyorum” yazdım. Gerçekten de bilmiyordum. O kutu hiçbir şeyle hınca hınç doluydu (fazla retorik ama cidden öyleydi). Sonra kendime sordum: “İçinde gerçekten ne var?” Ve bu soru çok tanıdık bir boşluktan, bilinç akışıyla doğdu. Sessiz küçük bir andı ve serginin kaynağı da tam orasıydı.

2.) Zamansızlık, boşluk, temsilin kırılganlığı gibi temalar işlerinizde öne çıkıyor. Bu kavramlar sizin kişisel deneyimlerinizle mi bağlantılı, yoksa daha çok çağın ruhuna bir tepki mi?

Çağın ruhunu başkalarının hayaletleri gibi görmemek lazım. Biz de oyunun parçasıyız; kimimiz farkında, kimimiz değil. Ben hep geçmişi sol elimle, geleceği sağ elimle tutup şimdide kalayım istedim. Böylece zamanı yenebilirim gibi düşündüm — açıkçası Einstein’ın yalancısıyım. Ve oh, neyse ki o haklıymış; üretirken zaman bükülüyor, boşluk anlam kazanıyor, temsiller yırtılıyor. Ve ben nefes alıyorum.

3.) Triptik yapıta serginin ‘kavramsal çekirdeği’ diyorsunuz. Üç parçalı bu yapı bir pencere gibi açılıyor; her bölümde farklı figürler ve anlatılar var. Bu üçlü form sizin için bir başlangıç, gelişme ve sonuç gibi bir zaman akışını mı temsil ediyor, yoksa zamansızlık fikriyle bu lineer yapı da mı kırılıyor? İçerideki anlatılar gerçekten bölgelere göre mi ayrıldı, yoksa birbiriyle geçişken bir bütün mü kurmak istediniz?

Bu yapıt klasik anlamda bir zaman akışı taşımıyor evet; zamandan kopuk, eşzamanlı bir akışta ilerliyor. Orta panel ana hikâyeyi, yan paneller buna paralel hikâyeleri anlatıyor. Ortadaki panelde sezgisel olarak kurduğum, bireysel ve kolektif bilinçdışıyla ilişkili bir anlatı var. Bu panelde yer alan dört figür, sergide heykel ve yerleştirme formuna taşarak fiziksel hâle geliyor — yani içerisi dışarıya doğru genişliyor. Panelin hikâyesinin ilk ipucunu kompozisyondaki yapının iç kısmında yer alan “truth” yazılı kırmızı kitapla ve hemen yanındaki Jung portresiyle veriyorum.

Yan paneller ise daha çok “ben” ile “öteki” arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Bir aşk deneyiminin içimde bıraktığı kırılmalar, yansımalar, yüzleşmeler var orada. Bu alanlarda bireysel olanın dış dünyayla çarpıştığı anlar açılıyor.

4.) Üretim sürecinden, sadece bu röportajı okuyanlarla paylaşmak isteyeceğiniz özel bir an ya da detay var mı?

Açıkçası öyle çok özel ve unutulmaz bir an hatırlamıyorum. Triptik çalışma tam 9 ay sürdü. Ben bunu üretmedim, resmen doğurdum diye gebelik şakaları yapıyorum ama evet, o kadar da komik değil. Daha komik şakalarım var.

5.) Peki bu sergiden sonra kafanızda dolanmaya başlayan yeni bir soru oldu mu?

Şimdilik yok — ama soru merak edeni bulur.