BALANCED
Fotoğraflar: Emirkan Cörüt
Çağdaş sanatın keşfedilmesi ve herkesle buluşturulması amacıyla bir araya gelen Büyükdere35 ve shopi go ART işbirliğiyle, 21 sanatçının eserlerinden oluşan "Balanced", 15 Eylül tarihine kadar Büyükdere35'te ziyaret edilebilir.
Resim, heykel, cyanotype, fotoğraf, kolaj ve enstalasyon gibi farklı medyumlardan oluşan eserlerin yer aldığı seçki, ziyaretçilere zengin ve çeşitli anlatım dillerini dengeli bir şekilde deneyimleme fırsatı sunuyor.
Çağdaş sanatı daha erişilebilir kılmak amacıyla yaşayan bir platform olarak işlev gören shopi go ART ve Büyükdere35, sanatçılara kendilerini ifade edebilecekleri bir alan sunma misyonunu üstleniyor. Dijitalleşme çağının getirdiği dönüşümle birlikte, sanat dünyasının yüksek duvarlarının geçirgen hale gelmesinin ve sanata olan erişimin kolaylaştırılabileceğinin altını çiziyor. Sanatçıların kendilerini ifade edebilecekleri, üretim pratiklerini geniş bir izleyici kitlesiyle buluşturabilecekleri "Balanced", çağdaş sanatın sınırlarını genişletmeyi ve işbirliklerinin kalıcı varlığını vurgulamayı amaçlıyor.
Sergiden 4 sanatçımızla yaptığımız söyleşiye kaydırarak ulaşabilirsiniz.
Küratör: Aysen Gülday & Suay Aytaman
11.09.2024
1.) “Balanced” kelimesi size neler hissettiriyor? Sizde neler çağrıştırıyor?
Kerim Kürşad Eskin: Öncelikle isim, içerik olarak böyle zengin bir sergi için çok başarılı bir seçim bence. Büyükdere35 sanatçılarının ve biz shopi go Art sanatçılarının birbirlerini dengeledikleri uyumlu bir sergi olduğunu düşünüyorum. Bana göre denge, hayatın her yerindedir. Işığı ve karanlığı, renklerde sıcak ve soğuğu daha sayamacağım kadar çok ikiliyi temsil etmektedir.
Melda Yaramış: Balanced kelimesi ilk bakışta uyumu ve armoniyi çağrıştırıyor bana. Biraz daha düşündüğümde yaşamın her noktasında varolan “şeylerin” varlığını devam ettirebilmesi için gerekli bir kür gibi hissettiriyor. Dahil olduğunda güzelleştiren, huzur veren ve iyileştiren.
Yekateryna Grygorenko: "Balanced" kelimesi bana bazen kişinin kendi olamaması halini de çağrıştırıyor. Dengeyi bulmaya çalışırken, insan kendi doğasından uzaklaşabilir ya da uyum sağlamak adına kendisinden taviz verebilir. Sanki etrafımızdan hep “dengeli olmalısın” cümleleri duyarız gibi o yüzden bu kelime bende nedense negatif bir alanda.
Zülal Çizmeci: Yaşadığımız evrende, tüm sistemleri oluşturan birçok karşıt ikilik sayabiliriz. Bu ikiliklerin bir düzlemde, aynı oranda birlikte varoluş amacı bir denge yaratmaktır. Dengede olma, dengeye gelme, dengeyi arama ve dengeyi sürdürebilme soruları zihnimde, bedenimde, hayatımda sürekli izlediğim ve üzerinde çalıştığım bir kavram. Aslında hikayemizin başlangıcında doğa, evren ve içindeki canlılar dengeyle bir bütünlük sağlıyordu. Ama şu anki düzende maalesef ki doğanın ve evrenin dengesi her alanda değişti. Denge, bizi bir bütüne dahil eder ve farklılıklarımızla bir olabilmeyi öğretir. Zihnimdeki denge düzeni, çekirdekten dışarı doğru genişleyen birbirine bağlı bir yapı gibi.. Önce kendi zihnimizde ve bedenimizde tam ve bütün olmalı, sonra doğayla bir bütünün parçası olup, dengeyi yaşam içerisinde gerçek anlamıyla deneyimleyebiliriz diye düşünüyorum.
2.) Balanced sergisinin, izleyiciye çağdaş sanatı daha derinlemesine anlama ve keşfetme konusunda nasıl bir kapı araladığını düşünüyorsunuz?
Kerim Kürşad Eskin: Benim gibi genç sanatçıların da içinde bulunduğu bir karma sergide insanlara disiplinlerarası bir seçki sunulmuş olması çok değerli. Birbirinden yetenekli sanatçılarla yan yana aynı sergide bulunmak da aynı şekilde. Bu sanatçılarla tanışmanın ve üretimlerini görmenin bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Melda Yaramış: Sanatçı ve eser çeşitliliği düşünüldüğünde çağdaş sanatın özünde de var olan özgürlükçü ama aynı zamanda dengeli yönlerine işaret ettiğini söyleyebilirim. Birliktelik, etkileşim ve çeşitlilik anlamında diyalog kurmanın ve bir anlam aramanın önemine işaret ediyor. Çağdaş sanatın, toplumların ve dünyanın içinde bulunduğu problemlerden etkilenmemesi mümkün değilken, “dengenin” yüzyıllardan boyu gelen iyileştirici tarafının önemi üzerine düşünmeye itiyor beni.
Yekateryna Grygorenko: Sergide farklı yaş aralıklarından sanatçıların bir araya gelmesi, bence en heyecan verici yönlerden biri. Bu çeşitlilik, farklı deneyim ve bakış açılarını bir araya getirerek sınırsız bir etkileşim ortamı yaratıyor. Aslında, sergideki 'balanced' kavramı, sanat piyasasında da bir denge kurma çabasını yansıtıyor gibi. Hep birlikte, karşılıklı olarak var olabilmek, hem sanatçılar hem de izleyiciler için zenginleştirici bir deneyim sunuyor.
Zülal Çizmeci: Balanced sergisinin öncelikle dengeyi yeniden arama konusunda izleyiciye farklı yorumlarla giriş yaparak yeni sorgu alanları açtığını düşünüyorum. Farklı formatlardaki iki sanat alanı, aynı ortamda farklı disiplinlerden seçilmiş eserlerin birlikteliğinin uyumunu ve zıtlıkların dengesini bize sundu. Diğer yandan toplum olarak şu an bir şekilde üzerini kapatıp pas geçtiğimiz, bir sorun haline gelen denge kavramının, her bireyin kendi dünyası içinde sorgulaması gerektiğine ışık tuttu. Bu da izleyici için en değerlisi diye düşünüyorum. Çağdaş sanatı daha derinlemesine anlama konusuna gelirsek, bugün sanat atölyelerinde, galerilerde ya da fuarlarda gördüğümüz sanat eserlerini kaç saniye izliyor ve ne kadar zihnimizde yer tutar hale getirebiliyoruz? Diye öncelikli olarak sorgulamak gerekiyor. İnsanlığın şu anki düzende her alanda hızlı ve seri bir şekilde tükettiği yadsınamaz bir durum haline gelmişken, buna görsel alanlarda da fazlasıyla maruz kalıyor. Sanal alemden edindiğimiz alışkanlıklar her gün aldığımız görsel zehirlenme, algımızı, dengemizi değiştiriyor. Bu nedenle realitede karşılaştığımız sanat eseriyle de yeteri kadar doğru bir ilişki kuramıyoruz. Tam da burada dengeli olmak artık unuttuğumuz bir değeri yeniden hatırlamak gibi geliyor bana, bence bu sonucu hayatımızın her alanına uyarlayabilmeliyiz. Çağdaş sanat alanında, şu an ki yaşadığımız evrende fark edilmesi gerekenlerle, ya da yüzleşmekten kaçındığımız bireysel hayatlarımızla..
KERİM KÜRŞAD ESKİN
Sihirbazlık ve resim arasında kurduğunuz bağda, her iki alanın da izleyiciyi yanıltmaya yönelik bir yanılsama yaratma amacını görüyoruz. Ancak izleyici açısından, bu yanılsamaları keşfetmek mi yoksa onlara inanmak mı daha önemlidir? Sanat eserinizde izleyiciyi nasıl bir deneyime sürüklüyorsunuz, onları yanılsamayı çözmeye mi yoksa büyüsüne kapılmaya mı davet ediyorsunuz?
Resim ve sihirbazlık birer yanılsama yaratma aracı olabilir fakat benim amacım izleyiciyi sadece yanıltmaktan ziyade onları biraz sorgulamaya teşvik etmek diyebilirim. Sihirin, genelde üzerine düşünüp, bulmaca gibi çözülmesi gereken bir şey olmadığını düşünüyorum. Sihir, tamamen bir deneyim, sihirbazlar ise tam anlamıyla birer sanatçıdırlar. Sihirli anları deneyimlemek için bir sihirbazın karşısında olmanıza da gerek yok aslında, hayatta bir çok kez sihirli an yaşarız. Bir gün güneş çok daha güzel ve masalsı hissettirebilir ve aslında bunun gibi anları çözmek için çabalamayız. Bundan farklı olarak bir sihirbazın karşısında gerçeküstü durumlarla karşılaşırsınız. Bu bir bilim kurgu filmi izlemek gibidir ama görsel efekt yoktur, her şey gözlerinizin önünde olur. Resimde yanıltıcı olan unsurlar denildiğinde akla ilk hyperrealistic resimler gelir. Benim resimlerim inanılmaz derecede gerçekçi değildir aslında. Daha çok boşlukların ritmiyle, gözün bazı yerleri kendisinin doldurmasına izin verip, resimsel etkileri, fırça darbelerini belirgin kılarım genelde. Sanatçı olarak sadece eserlerimle, resimlerimle var olmak değil, bir performans sanatçısı olarak orada insanlarla imkansızı paylaşma arzusu içindeyim diyebilirim. İnsanlarla bu imkansız durumları paylaşmayı, onları heyecanlandırıp meraklandırmayı çok seviyorum ve aslında bu “bilim kurgu” hissinin peşinden gidiyorum.
Everyone or no one’ eserinizde figürün yüzünün örtülü oluşu bir kimlik kaybı ya da gizlilik hissi vermektedir. İskambil kartlarının yüzlerini de gizleyen bir yapı olduğunu düşündüğümüzde, bu örtük kimlik ve belirsizlik hissiyle ne tür bir bağlantı kuruyorsunuz?
“Everyone or no one” dediğimiz eserdeki figür gerçekten bir figür olmaktan çok, bir anti figür aslında. Çünkü klasik bir figür veya portre resminden büyük bir farkı var. Resimlerimde boyamayı tercih etmediğim bir boşluk gibi burda da boş bir kağıt görüyoruz. Seyircileri bu gizemle baş başa bırakmayı seviyorum ve genelde yüzboyamayı, portre yapmayı sevmiyorum bana bir biyografi yazmakmış gibi geliyor. Yüzleri ya çeşitli gölgeler ile manipüle ediyorum ya da başka çeşit denemelerle manipüle etmeyi deniyorum.
MELDA YARAMIŞ
Çeşitli medyumları (suluboya, seramik, yağlıboya) bir arada kullanarak oluşturduğunuz bu çok katmanlı dünyada, malzemelerin bir araya gelişi bir tür deneysellik mi, yoksa her bir medyumun belli bir anlam katmanı mı var?
Malzemenin benim için belirli bir anlam katmanı olmasa da bulundukları işlerde kendiliğinden bu katmanları oluşturduklarını düşünüyorum. İş üretme biçimim bu bakımdan ne çok disiplinli ve keskin kuralları olan ne de çok iç güdüsel ve doğaçlama. Tüm medyumlar kendi anlam katmanlarını kendiliğinden oluşturuyorlar gibi. Seramik bu anlamda üretimlerimde üç boyutlu katmanlar yaratabilmemi sağlıyor. Yağlıboya ise güvenli alanım gibi. Suluboya işlere daha hayali anlamlar katan bir konumda. Bu anlamda medyum farklılıkları da kafamdakini gerçeğe aktarabilmek için bir araç oluyor.
"Yolculuk" eserinizdeki evler ve manzaralar, rüya dünyasına ait parçalar gibi görünüyor. Bu imgeler, izleyiciyi hangi duygusal ya da düşünsel yolculuğa çıkarmayı amaçlıyor? Rüyalar ve gerçeklik arasındaki sınırın bulanıklaştığı bu tür sahnelerde, izleyiciye hangi mesajı vermek istiyorsunuz?
“Yolculuk” serisindeki evler ve manzaralar, aslında rüya dünyasından ziyade yolculuk sırasındaki bilinç akışından etkilenerek ürettiğim bir seriydi. Bir sürü küçük manzara kareleri, kesintiye uğrayan düşünceler, anlık düşünceler, anıların ve duyguların görüntülerle birlikte eşleşmesi üzerine bilincin bu kontrolsüz akışını anlamlandırmak amacıyla ürettiğim işlerdi. Bu anlamda yolculuk esnasında akan düşünceleri, arka planda akan manzara kareleriyle bağdaştırdım. İzleyiciye bu görüntüleri kesik ve sıralı biçimde vererek benzer hisleri ya da kendi bilinç akışıyla başbaşa kaldığı bir anı yaratmak istedim. Gerçeklik arasındaki sınırın bulanıklaştığı anlar gibi olduğu için rüyalarla da bir bağ kurmak da mümkün bu anlamda.
YEKATERYNA GRYGORENKO
Homogeneus, eserinizdeki grotesk bedenlerin, izleyicide yarattığı estetik rahatsızlık ile bu bedenlerin artık kişiye ait olmadığı düşüncesi arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Toplumun kişiliği ve bedeni şekillendirme gücüne dair eleştiriniz, günümüz dünyasında beden politikaları ve kimlik meselelerine nasıl bir perspektif sunuyor?
Aslında bir farkına varış alanı yaratmaya çalışıyorum. Toplum, dil, devlet, aile, arkadaş vs,vs bunların hepsi bizi oluşturan şeyleri barındırıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğu mesela çok kesin ve net. Bu belli sınırları olan yerde yaşamaya çalışırken kendi kendinin sınırlarının dışına çıkmak hayli zor oluyor. herkes yargı dağıtıyor, herkes en iyisini biliyor. Bilen bilmeyeni dışlıyor. Bu kalıplar gerçekten rahatsız edici. Bundan dolayı da iş üretmeye gelince içimden hiç güzelleme yapmak gelmiyordu açıkçası. Sanat içi ve dışıyla keyifli olan bir şey bence. Günümüz dünyasında da aslında ürettiğim yerleştirme öncelikle bana bir perspektif sunuyor. Kendim olmam gerektiğini ve bir şeylerle savaşmam gerektiğini hatırlatıyor aslında. Diğer taraftan biraz da yerleştirmeyi izleyiciye ellettirerek sanat nesnesini kutsallaştırmaktan çıkarmaya çalışıyorum diyebilirim.
Bireysellik ile toplumsal dayatmalar arasındaki gerilim, eserlerinizde hissediliyor. Sizce, izleyicinin bu gerilimi kendi bedeni ve kimliği üzerinden sorgulaması, eserlerinizin etkisini nasıl derinleştirebilir?
Herhangi bir eserle kurduğum interaksiyon beni her zaman heyecanlandıran bir şeydir. Bu illa ki dokunarak olması gerekiyor anlamına gelmiyor. Duygusal bir etki de aslında o interaksiyonu oluşturuyor. İzleyicinin böyle bir etkiye kapılması üretmiş olduğum işin fikrini özlümsüzleştirir diye düşünüyorum. Bu da kesinlikle her toplumda olması gereken bir şey
ZÜLAL ÇİZMECİ
Eserinizdeki farklı görsel unsurlar birbiriyle hem uyumlu hem de çatışmalı bir ilişki kuruyor gibi görünüyor. Bu çok katmanlı yapı, insan zihniyle ve doğasıyla nasıl bir bağ kuruyor?
Bu eser üzerinde çalışırken bir hikâye anlatımı kurguladığım için çok katmalı yapı olarak görülmesi tamda istediğim bir görüntüydü. Bu nedenlede ‘Beden Seyri- Hikaye’nin parçası’ adını verdim. Yaşamımızı sürdürebilmek için zihin ve bedenimiz önce kendi içinde, sonrada doğayla bir denge kurmak zorundadır. İnsan zihni, bedeni ve doğanın sundukları ayrılmaz bir keşif alanıdır. Bu eserdeki tüm kare kutular da aslında insan zihnine ve bedenine aynalık yapıyor. Bir diğer yandan bir hücre halinde başlangıç yapan ve doğaya karışana kadarki titreşen insanın kendi içindeki zıtlıkları sürekli düşünme, sorgulama ve dengede durabilme çabası içindedir. Tüm bunları koordine eden renklerle, dokularla, çizgilerle, araya sızmış kelimeler de ters köşe yaparak hikâyeyi tamamlayabilmek için destek atar.
Zihinsel ve fiziksel dünya arasındaki bu ilişkiyi nasıl anlamlandırıyorsunuz, ve izleyiciye bu ilişkiyi nasıl hissettirmeyi amaçlıyorsunuz?
Öncelikle tüm üretimlerimle izleyiciyi özgür bir düşünme alanına davet ediyorum. Bu benim yaşadığımız düzen karşısında üretme motivasyonlarımdan biri haline geldi. Biliyorum ki herkes kendi otantik zihniyle kendisi kadarını görebilir. Yanı sıra yaşamımız boyunca zihin ve beden yönetimimizi bir bütün halinde değerlendirerek aksiyon almalıyız. Kimse yarım bir halde dengede olamadığı için, fiziksel dünya ile tam bir temas kuramaz. Kendi içimizde bütünlük sağlamadan kurduğumuz ilişkilerin her çeşidinin dağınık ve yavan olduğu düşüncesindeyim. Zaten yaşadığımız toplumda, fark edemediğimiz geçmişten bize miras negatif öğretilerle, sosyal ve ekonomik kaygıların getirdiği etkilerin, ve diğer gelişen olumsuzlukların ağırlığı altındayız. Ya yetişmeye çalışan , ya uyuşmaya , ya da kaçmaya çabalayan insanlar halinden artık sıyrılmalıyız. Zihnimizi ve bedenimizi fiziksel dünyayla birlikte, bir bütün olabilme bilincine odaklarsak eğer, bu ilişkiyi da daha derin ve geniş bir spektrumdan deneyimleyebiliriz. Bunun en güzel yolunun içimizdeki sevgiyi en saf alanda koruyarak, şükranla doğanın ve evrenin bize sunduklarını keşfedip üretmeye devam etmek olduğunu düşünüyorum.
SONRAKİ