BİR İPLİKTEN EVREN: ISSEY MIYAKE & A-POC

Issey Miyake’nin tasarım dünyasındaki yolculuğu hep “yenilik” kelimesiyle anılır. Ama onun yeniliği, trendlerin ötesinde; kumaş, beden ve teknolojinin köklerine inen bir arayıştı. 1938’de Hiroşima’da doğup 2022’de aramızdan ayrılan Miyake, tasarımın bir kıyafet üretmekten fazlası olduğunu gösterdi. Onun için tasarım, “bir kumaş parçası” ile başlayıp evrensel bir araştırmaya dönüşebilecek bir şeydi. İşte tam da bu bakışın en radikal ifadesi, 1990’ların sonunda hayata geçirilen A-POC (A Piece of Cloth) projesiydi.
9/9/25
Tek bir iplikle başlayan fikir
A-POC’un çıkış noktası basit ama çarpıcı: Tek bir iplikten yola çıkarak bilgisayar kontrollü makinelerle kesintisiz, iki boyutlu bir kumaş üretmek. Bu kumaşın içinde desenler, kıyafet hatları, hatta kullanıcıya yol gösterecek işaretler zaten dokunmuş halde bulunuyor. Yani geleneksel terziliğin kalıp çıkarma ve kumaş kesme süreçleri baştan yeniden yazılıyor. İplik, makinede işleniyor; uzun bir tüp ya da rulo halinde çıkan kumaştan ise giysiler doğrudan “kesilip çıkarılıyor”.
İki boyut ile üç boyut arasındaki mesafe
1997’de Dai Fujiwara ve Miyake Design Studio ekibinin başlattığı bu girişim, aslında bir mühendislik meydan okumasıydı. Tek bir ipliğin, programlanmış makinelerle sonsuz kombinasyonlara açılabileceği fikri, stüdyo içinde bir çeşit araştırma laboratuvarına dönüştü. Miyake’nin tasarım düşüncesinde sıkça geçen bir cümle vardır: “Beni her zaman büyüleyen şey, kumaş ile beden arasındaki boşluktur.” A-POC da tam olarak bu boşlukla oynar. Kumaşın iki boyutlu bir yüzey olarak üretilip, bedenle buluştuğunda üç boyutlu bir forma dönüşmesi, aslında tasarımın özündeki dramatik dönüşüm anıdır. Bu yaklaşım, yalnızca estetik bir tercih değil; moda tarihine farklı bir bakış açısıdır. Kıyafetin “hazır” değil, “oluş halinde” olduğu fikri…
Sanatsal ve sürdürülebilir bir manifesto
A-POC’un etkisi sadece giyilebilir parçalarla sınırlı kalmadı. Proje, 2000’lerin başından itibaren MoMA, Metropolitan Museum of Art gibi kurumların koleksiyonlarına girdi. Eleştirmenler, A-POC’u hem teknik bir inovasyon hem de sanatsal bir manifesto olarak yorumladı. Çünkü burada söz konusu olan yalnızca yeni bir giysi türü değil; tasarımın nasıl yapılabileceğine dair kökten bir yeniden düşünme çağrısıydı.
Sanat eleştirmenleri, A-POC’un geleneksel terzilik otoritesini kırarak tasarımcı ile kullanıcı arasındaki sınırı bulanıklaştırdığına dikkat çekti. Moda dünyasında çoğu zaman tek yönlü olan “yaratıcı–tüketici” ilişkisi, A-POC ile çift taraflı bir diyaloğa dönüşüyordu. Kullanıcı, kesip biçerek eserin bir parçası haline geliyordu.
Bugüne kalan miras
Miyake’nin ardından proje “A-POC ABLE” adıyla sürüyor. Giysilerin ötesine geçip mobilyadan mimariye farklı alanlara açılan bu yaklaşım, A-POC’un aslında bir koleksiyon değil, bir düşünme biçimi olduğunu gösteriyor. Bir iplikle başlayan bu hikâye hâlâ aynı soruyu soruyor: Kumaşı, bedeni ve teknolojiyi bir araya getirmenin yeni yolları neler olabilir?
SONRAKİ